Türkiye’de yargının giderek kronikleşen sorunları artarak devam etmektedir, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının tamamen ortadan kalkması, kuvvetler ayrılığına göre bağımsız bir devlet erki olması gereken yargı erkinin yürütmeye, yani yeni sistemle Cumhurbaşkanlığının güdümüne girmesi, yargıç kalitesinin düşmesi, altyapı sorunlarının giderek artması, adalete erişimi neredeyse imkansız hale getirmektedir. Bu yapısal sorunların yanında, düşman hukukuna tabi tutulan muhalifler ile ilgili sayısız hak ihlaline imza atılıyor.
Sistematik işkence, haksız ve gerekçesiz tutuklama gibi uygulamaları artık ne yazık ki kanıksanmış durumda. Bu temel insan hakları ihlallerinin gölgesinde kalan, ancak bu dönemde haksız yargılamalara tabi tutulan insanların hayatlarını çekilmez hale getiren bir başka insan hakkı ihlalleri alanı ise mülkiyet haklarıdır. Haksız şekilde haklarında soruşturma açılan insanlar, işkence, haksız tutuklama gibi en temel haklarının ihlal edilmesine yol açan uygulamaların yanında, ailelerini de etkileyen kararlarla da karşı karşıya kalmaktadırlar.
Özellikle CMK 128 ve 248. Maddelerine göre verilen el koyma kararları ciddi mülkiyet hakkı ihlallerine neden oluyor. Bu maddelere dayanılarak neredeyse her soruşturma ile birlikte otomatik olarak uygulanan el koyma kararları ile şüphelilerin tüm mal varlıklarına, hak ve alacaklarına el konulmaktadır. CMK 128’e göre suçun işlendiğine ve bu suçtan elde edildiğine dair kuvvetli delillerin olması halinde el koyma kararı verilmesi gerekirken, uygulamada soruşturmayla birlikte ve suçtan elde edilip edilmediğine dair hiç bir araştırma yapılmaksızın verilen kararlar ile mülkiyet hakkı ihlal ediliyor. Bu karalar neticesinde işlerinden çıkarılan, başka bir işte çalışması imkanı da verilmeyen insanların, birikimlerini kullanmaları veya mallarını satarak hayatlarını idame ettirmeleri de engellenmiş oluyor. Bu durumdan en çok etkilenen şüphelilerin aileleri oluyor.
Son zamanlarda CMK 128 ve CMK 248’e göre verilen karlar neticesinde kangrenleşen bir sorun var ki; o da şüphelilerin emekli maaşlarına konulan el koyma kararlarıdır. Bu karlarlar, başta Anayasanın 2, 5 ve 35. Maddesi ile koruma altına alınan sosyal devlet ilkesi ve mülkiyet hakkı olmak üzere bir çok hukuk ilkesinin ihlali mahiyetindedir.
Modern devletin asli özelliklerinden biri olan sosyal devlet ilkesi, ülkemizde Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Bu ilke uygulamada sosyal güvenlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyal güvenlik sisteminin temel amacı, ekonomik yönden güçsüzleri, insanca yaşamak için yeterli geliri olmayanları koruyup kollamaktır. Bu sistem her şeyden önce, herhangi bir nedenle kısmen ya da tamamen çalışamayanlara ve bu nedenle gelir kaybına uğrayarak muhtaç duruma düşenlere, insan onuruna yaraşır asgari bir hayat sürmeleri için gerekli gelirin sağlanmasını öngörür. İşleyiş sistemi ise, sosyal güvenlik kurumlarında iştirakçi olan kişilerin, aktif çalışma dönemleri boyunca miktarı ve süresi kanun tarafından belirlenmiş primlerin ödenmesi, belli yaşa geldikten sonra da emekli statüsüne geçerek başta emeklilik aylığı olmak üzere bu statünün sağladığı çeşitli sosyal haklardan yararlanma esasına dayanmaktadır.
Ülkemizde sosyal güvenlik sistemi, bu sistemin kurum ve kuralları ile çalışma esasları 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile düzenlenmiştir. Kanunun 93. maddesi uyarınca emekliye bağlanan maaşın Sosyal Güvenlik Kurumunun alacakları ve nafaka alacakları dışında muvafakat olmaksızın haczedilemeyeceği kuralı getirilmiştir. Bu düzenleme ile emekli aylığı için özel (ayrıcalıklı) bir statü öngörülmüştür. Düzenleme, sosyal güvenliğin ilgilisine güvence sağlaması gerektiği esasından kaynaklanmaktadır.
Anayasanın 60. maddesine göre herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Aynı zamanda ülkemizde sosyal güvenlik zorunlu bir sistemdir. Bunun anlamı şudur; bir Türk vatandaşı gerek kendi adına veya kamu ya da özel bir işveren nezdinde çalışmaya başladığı andan itibaren sosyal güvenlik sistemine girmek ve sigortalı olmak zorundadır. Bu konuda seçimlik hak tanınmamıştır. Bu sisteme dahil olmayan ve adına sigorta primi yatırılmayan bir kişinin belli yaşa geldiğinde emekli maaşı adı altında bir hakka sahip olması mümkün değildir. Bu yönüyle emekli aylığı CMK 128. ve 248. maddede sayılan mal varlığı değerlerinden tamamen farklıdır. Bir alacak ya da hak olarak değerlendirilemeyeceği gibi ücret, ticari kazanç, hibe veya benzeri şekilde ivazlı ya da ivazsız iktisap edilen malvarlığı kategorisinde de değerlendirilemez. Emekli aylığı, sadece sosyal güvenlik sistemi ve prim ödeme esasından kaynaklanan bir haktır. Bu yönüyle değerlendirildiğinde suçtan elde edilmesi de çok olası değildir. Kısaca emekli aylığı, önceden taksitle ödenen bedelin bazı katkılarla sonradan yine sahibine taksitle geri verilmesinden ibarettir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamındaki davalara genel olarak uygulanan ilkelerin ve özellikle anılan maddenin sadece mülk edinme hakkını korumadığı bu ilkenin, sosyal güvenlik ödemeleri ve sosyal yardımlar yönünden de geçerli olduğunu belirtmektedir (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009). AİHM, bu kararında devlet tarafından emekli maaşı kesilen başvurucunun emekli aylığından yoksun bırakılmasının sonuçlarına dikkati çekmiş, başvurucunun yaşı, yeni bir gelir elde etme olanağının bulunmaması gibi etkenleri de gözeterek mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Moskal/Polonya).
AİHM, yanlış hesaplama nedeniyle emekli edilen ve daha sonra emekliliği iptal edilip o zamana kadar ödenene maaşların geri iadesinin istenmesi nedeniyle yapılan başvuru ile ilgili verdiği başka bir kararda, başvurucunun hastalık hâlinin ve ödenen yaşlılık aylığının çok mütevazı olmasının hiç gözetilmediği ifade edilmiştir. AİHM, başvurucunun emekli olmasına kısa bir süre kaldığını ancak işvereninin iflas etmesi nedeniyle bu hakka kavuşamadığının da altını çizmiştir. AİHM tüm bu hususları gözeterek hatalı ödenen paranın başvurucudan iadesinin istenmesinin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Cakarevic/Hırvatistan). Yani AİHM sosyal güvenlik ilkesini o kadar geniş yorumlamıştır ki, bırakın hak edilmiş bir emekli maaşının ödenmemesini, hatalı şekilde ödenen maaşın dahi iadesinin ölçülü olmadığına karar vermiştir.
Ülkemizde özellikle terör soruşturmalarında CMK 128. ve 248. maddeleri hukuka aykırı olarak uygulanarak, emekli maaşları üzerine el koyma tedbiri yoğun bir şekilde uygulanmaktadır. Üstelik, CMK 248/6 ‘’Sulh ceza hâkimi veya mahkeme elkoymaya karar verdiğinde, kaçağın yasal olarak bakmakla yükümlü bulunduğu yakınlarının alınan tedbirler nedeniyle yoksulluğa düşebileceklerini saptarsa, bunların geçimlerini sağlamak üzere, elkonulan mal varlığından sosyal durumları ile orantılı miktarda yardımda bulunulması konusunda kayyıma izin verir’’ demek suretiyle, şüphelinin bakmakla yükümlü olduğu ailelerini gözeten isabetli bir hüküm içermesine rağmen. Yargı mercileri tarafından bu kanun hükümleri göz ardı edilerek hukuka aykırı olarak tedbir kararları devam ettirilmektedir.
Suçun veya tehlikelerin önlenmesi amacıyla veya suçun delili olabileceği veya müsadereye tabi olduğu için, bir eşya üzerinde, rızası olmamasına rağmen, zilyedin tasarruf yetkisinin kaldırılmasına ”el koyma” denilmektedir (CMK md. 13, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği md. 4). Ceza muhakemesinde el koyma, bir eşyanın geçici olarak devletin hakimiyetine alınmasına ilişkin tedbirdir. Bu nedenle el koyma bir ceza değil, tedbirdir. Bu yönüyle müsadereden farklıdır. Müsadere, eşyanın mülkiyetinin tamamen devlete geçirilmesidir. Ancak bunun için yargılama bitmiş ve bu konuda yargı yerince bir karar verilmiş olmalıdır.
El koymanın hukuki şartları CMK’nun 128. maddesinde ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre öncelikle, soruşturma veya koğuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan gelir veya mal varlığı elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebinin bulunması zorunludur.
El koyma; taşınmazlar, kara, hava veya deniz ulaşım araçları, banka hesabı, gerçek ve tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklar, kıymetli evrak, ortak olunan şirketlerdeki ortaklık payları, kiralık kasalardaki varlıklar ve diğer mal varlığı değerlerine uygulanabilir.
Madde metni okunduğunda, bunun için öngörülen birbirinden bağımsız dört asli şartın birlikte bulunması gerektiği kolayca görülecektir. Bunlar;
- Soruşturma veya koğuşturma konusu bir suç,
- El konulabilecek nitelikte ekonomik değeri olan bir mal varlığı,
- Mal varlığının suç nedeniyle elde edilmiş olması,
- Ve bunun için somut delillere dayalı kuvvetli şüphenin birlikte bulunması zorunludur.
Uygulamada hakkında silahlı terör örgütüne üyelik iddiasıyla açılan soruşturma ya da kovuşturmalardan dolayı yargılanan çok sayıda kişinin CMK 128. Veya 248/1 madde kapsamında emekli aylıklarına tedbir olarak el konulduğu, böylece başka geliri olmayan şüphelilerin hukuka aykırı olarak mağdur edildiği görülmektedir. Bu uygulamaya sadece söz konusu 128. madde açısından bakıldığından bile uygulamanın hukuka aykırı olduğu, kanunun öngördüğü koşulların ihlal edildiği açıktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, haklarında terör suçlamasıyla başlatılan soruşturma, kovuşturma veya infaz aşamasındaki adli süreç nedeniyle emekli aylığına tedbir uygulanan mağdurların, yukarıdaki gerekçeleri dile getirerek maaşları üzerindeki tedbirin kaldırılmasını, önce kararı veren merciiden tedbirin kaldırılmasını, talebin reddolunması durumunda sıralı iç hukuk yollarına başvurmalarını, iç hukuktan netice alınamaması durumunda davalarını AİHM’ne taşımalarını tavsiye ediyoruz.